Prof. Dr. Nurullah Genç’in sunumuyla İzmir Kız Lisesi’nde konferans gerçekleştirdik.
Eğitim-Bir-Sen İzmir 1 No’lu Şube olarak düzenlediğimiz konferansa Eğitim-Bir-Sen İzmir 2 No’lu Şube Başkanı Sevgi Kocaoğlu, İzmir İl Milli Eğitim Müdür Yardımcısı Sn. Mehmet Tahir Büdün, Konak İlçe Milli Eğitim Müdür Sn. Serdal Şimşek, Bornova İlçe Milli Eğitim Müdür Sn. Kadir Kadıoğlu, Torbalı İlçe Milli Eğitim Müdür Sn. Cafer Tosun, Çiğli İlçe Milli Eğitim Müdürü Sn. Mesut Uğurlu, Aliağa İlçe Milli Eğitim Müdürü Sn. Erdal Bayhan, Seferihisar İlçe Milli Eğitim Müdürü Sn. Ahmet Vehbi Koç, çeşitli kurumlarda görev yapan şube müdürleri, kurum yöneticileri ve üyelerimiz katıldılar.
Programın açılış konuşmasını yapan Şube Başkanımız Ali Kaya, Kurucu Genel Başkanımız Merhum Mehmet Akif İnan’ın ‘Kim demiş her şeyin bitişi ölüm, destanlar yayılır mezarımızdan’ diyerek birlerle, onlarla çıktığı yolda bugün bir milyonu aşkın bir STK’ya, büyük bir kitleye dönüştüklerini belirtti. Başkan Kaya ”Sendikalar çalışanların mali, sosyal ve özlük haklarını takip eden, geliştirilmesi ve kazanımlar elde edilmesi için çalışan mesleki kuruluşlardır. Ancak bu çalışmaların yanında bizim medeniyet değerlerimiz ve ideallerimiz var. Bu ideallerin topluma aktarılması için çalışmalar yapmak da bir görevimiz. Sendikal çalışmaların yanında medeniyet tarihimizle, kültür ve değerlerimizle ilgili onlarca çalışma ortaya koyduk. Bugün aramızda şair, yazar, akademisyen ve aynı zamanda Kurucu Genel Başkanımızın dava arkadaşı olan çok kıymetli hocamız Prof. Dr. Nurullah Genç var. Ben sözlerimi daha fazla uzatmadan sözü kendisine bırakmak istiyor ve katılımlarınızdan dolayı hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum” dedi.
Bu sendika çok güçlü bir sendika olacak
Şair, Yazar ve Akademisyen Prof. Dr. Nurullah Genç Eğitim-Bir-Sen’in düzenlediği programlara katıldığında ayrı bir heyecan hissettiğini dile getirerek, “Aziz misafirler, İzmir’de olmak benim için ayrı bir mutluluktur. Çünkü uzun yıllardır şiir, sanat, edebiyat programları için gelemediğim bir ilimizdi. Uzun yıllar sonra burada olmanın mutluluğunu yaşatan ve hoş karşılayan herkese, hepinizi teşekkür ediyorum. Heyecanlıyım, çünkü bu sendikanın kurucu Merhum Mehmet Akif İnan’ı ve onun bu sendikayı kurmak için yaşadığı heyecanı biliyorum. Hiç unutmuyorum üniversitede oturuyorum bir gün, telefon çaldı. Açtım ‘Ben Akif İnan, sendikayı kurdum. Erzurum şube başkanısın’ dedi ve kapattı. Bir hafta sonra tekrar arayıp ‘Biraz emri vaki oldu ama kabul etmeyeceğini bildiğimden bu tavrı takındım.’ Bu olaydan sonra iki yıl boyunca Erzurum Şube Başkanlığı yaptım. ‘Ne sendikası, memurun sendikası mı olur?’ diyorlardı bana. Bazı insanlar da hatır gönül meselesi için üye olacaklarını söylediklerinde hiçbirini kabul etmedim. Çünkü bu bir inanma meselesiydi. Merhum’un hayalinden ve dolayısıyla bizlerin de hayalinden bahsedip ‘Bu sendika çok güçlü bir sendika olacak dedim.’ Erzurum’da çalmadığım hoca kapısı kalmadı ve 6 ayda 300 üyeye ulaştık. 27 yıl sonra da bulunduğumuz nokta ortada. Hem Merhum’a hem de emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz” dedi.
İnsan, dönüp bir kendine bakmalıdır
İmam Gazali’nin ‘Cevizin kabuğunu kırıp özüne inemeyenler, cevizin tamamını kabuk zannederler’ sözüyle yola çıkmıştım yıllar önce ve bir gün geldi, konferanslarımızdan birinin adını ‘Cevizin Kabuğunu Kırmak’ olarak koyduk. İnsan içeriye bakmaz, gözleri hep dışardadır. Kendisini bir alıp karşısına değerlendirme imkânına çok sahip olamaz, yapısında yoktur. Sadece kendi kabuğunu kırabilenler bunu başarabilirler. Bir gerçek var, onu unutmamak gerekir. Gelecek Allah’ın elindedir. Vazifemizi yapıp, takdiri Allah’a bırakmalıyız. Hiç kimsenin hüküm veren durumda olmaması gerekir. İbrahim Hakkı Hazretleri’nin dediği gibi ‘Harabat ehlini hor görme zakir, Defineye malik viraneler var’. O kadar çok karşılaşırız ki görmedikleri, duymadıkları, bilmedikleri şeylerle ilgili yorum yapan insanlarla. Öyle bir duruma geldik ki sosyal medyaya ve insanların sohbetlerine baktığımız zaman herkesin birbirine hüküm verir hale geldiğini görebiliriz. Define zannettiğimiz şeylerin içinden ateş, ateş zannettiğimizin içinde de define olabilir. Bizim önce kırmamız gereken kabuk, kendi kabuğumuzdur. Mesela Yunus Emre’nin dörtlüğünü hepimiz biliriz.
‘İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir,
Sen kendin bilmezsin,
Ya nice okumaktır’
Nefsini bilen, Rabbini bilir. Kendini bilmeyen bir kişinin, başka biri ile ilgili hüküm vermesi, akla hayale gelebilecek bir şey değildir. İnsan, dönüp bir kendine bakmalıdır. Kendinizi bilmedikten sonra dünyada bütün ilimlere sahip olun, bilmediğiniz hiçbir şey kalmasın hiçbirinin anlamı olmayacaktır. Kendi kabuğunu kırmayan insan, dünyada başka bir kabuğu kıracak olgunluğa erişemez. Annelerin, babaların, eğitimcilerin çocuklarına öğretmeleri gereken ilk şey olmalıdır kendi kabuklarını kırabilecekleri bir yol açmak, kendilerini tanımalarını sağlamak. Çünkü bunu yapmadığımız sürece bütün dünyayı ayaklarının altına serseler de mirasyedi olurlar, tüm her şeyi harcadıkları gibi bütün bir hayatı da harcarlar” dedi.
Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen
Büyüklerimiz derdi ki, imanın eğer ki 7. bir şartı olsaydı; o da kendini ve haddini bilmek olurdu. Bütün bir tarihi bu cümleden okuyabilir ve anlayabiliriz. Kendisini bilenleri Şeyh Galip bir beytinde şöyle anlatır;
‘Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen
Kendine iyi bak sen küçük bir kainat numunesisin zübde-i alemsin sen
Alemin bir numunesi bir örneğisin ve yaratılmışların gözbebeği olan ademsin’
İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın
İnsanlar 3’e ayrılır. Düşünenler, yapanlar ve hem düşünenler hem yapanlar. Bizim son 150-200 yıldır neredeyse bu coğrafyada ezberlediğimiz şey başkaları düşünür biz yaparız düşüncesi. Bir de sadece hem düşünen hem de yapanlar vardır. Onlar fikir üretir. Düşünenler ve yapanlar kendi içlerinden bir güçle hareket etmeyi becerebildikleri için farklılaşırlar. Başkalarını kendi düşüncelerinin parçası haline getirirler ve eser ortaya koyarlar. Hiç unutmuyorum huzurevleriyle ilgili bir çalışma yapmıştım 15 yıl önce. Bir anne ve babayla konuşurken ‘Çocuklarımız telefonlarımızı açmıyor, bayramlarda dahi bazen arıyorlar. Bu yüzden biz artık aramıyoruz, çünkü onlar bizi tanımıyorlar’ dediler. Mankurtlaşmış insan modern manada tam olarak budur. Benliğimizi, özümüzü, medeniyetimizi, Müslümanlığımızı unutturmaya çalışıyorlar yüz yıllardır ve çocuklarımız üzerinde çok etkili de oldular. Dünyanın neresinde, kim olduğunu bilmeyen, nereden geldiğini bilmeyen, yaşadığı şehirden habersiz, ait olduğu dinden ve medeniyetten uzak kim yetişiyorsa o mankurtun ta kendisidir. Ya Ortadoğu’nun herhangi bir ülkesi gibi mankurtlaşmış bir ülke olarak yok olup gideceğiz. Ya da iyi yetişip ve yetiştirip, hem kendi kabuklarımızı kıracağız hem de çocuklarımızın kabuklarını kırmalarına yardımcı olup varlığımızı sürdüreceğiz. Ne diyor Şeyh Edebali Osmangazi’ye ‘İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın’ ifadelerini kullandı.